Sabır
Acı, yoksulluk, haksızlık vb. üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemidir. Zorluklara boyun eğmeden mücadele edebilmek, haksızlıklar karşısında anlık tepkilerden kaçınmak, acele etmeden yerinde ve zamanında olgun davranmaktır.
SABIR NEDİR?
Sabır: Acı, yoksulluk, haksızlık vb. üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemidir. Zorluklara boyun eğmeden mücadele edebilmek, haksızlıklar karşısında anlık tepkilerden kaçınmak, acele etmeden yerinde ve zamanında olgun davranmaktır.
Sabır, Bir şeyin tamamlanması ya da sonuçlanması için bekleme gücü; Sebat, bir şeyi tamamlamak ya da sonuçlandırmak üzere gösterilen dayanıklılık gücü.
“Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır. Başla, usanmadan devam et, dağı bile devirebilirsin.” Özdeyişinde meyveden kasıt, tamamlanma ya da sonuçlanmadır. Yani beklemek zordur, bazen çok zor olur, ama tabii tamamlanınca ya da sonuçlanınca bundan sevinç duyarız. Dolayısıyla “üff” demeden beklemesini öğrenmeliyiz. Aynı şeyi sebat için de söyleyebiliriz. Gereken dayanıklılığı göstermek çok zor gelebilir, bize gerçekte acı da verebilir; tamamlanınca yahut sonuçlanınca da bu acıyı bize unutturacak kadar bir sevinç duyabiliriz.
Yukarıdaki özdeyişin ilk cümlesi sabırla ilgilidir, ikinci cümlesi ise sebatla ilgilidir. Sebat eden dağı bile devirebilir. Burada önemli olan kaba güç ya da hız, sürat değil, bıkmadan aynı şeyin üzerinde odaklanmayı sürdürmek ve buna dayanabilmektir
Allah, başımıza gelen olaylara bakmaz, nasıl bir tavır takındığımıza bakar. Saflık, Sabır ve Sebat üç önemli erdemdir. Bunlara sahip olanlar erdemli ve bilge insanlardır. Onlar dalgalarla boğuştukları zaman sevinirler, çünkü kıyının yakında olduğunu bilirler.
Kişi, günümüz yaşantısında genellikle olmayan sabrı, geliştirmelidir. Acele israfa sebep olur, israf da endişeyi doğurur. Böylece, kişi dertten uzak kalmak için sabrı geliştirmelidir.
Eğer birisi size hakaret ediyorsa, bu hakareti size değil de sadece bedeninize yaptığını kabul edin. Eğer size açıkça hakaretler yağdırıyorlarsa, bırakın onlar havanın içine karışıp yok olsunlar. Bunun aksine, eğer onlar sizi sessizce azarlıyorlarsa, o sözler zaten size ulaşmayacaktır. Bunlar için üzülmeyin. Tanrı’ya bütün inancınızla bağlanın. Tutumunuz bu olmalıdır.
Geçici olan, süzülüp giden bulutlar için endişeleniriz. Bu, bir insanın gerçek doğası değildir. Gökyüzünde kara bulutlar toplanmaya başlayınca, güneşin veya ayın onları karanlığa boğduğunu belki de farketmişsinizdir. Bu sizin canınızı sıkar. Birkaç dakika bekleyin. Kara bulutlar kayıp gidecek, güneş ve ay tekrar parlamaya başlıyacak. İstenilen şey biraz sabırdır.
Karar verilmesi gereken şeye karar verince, onu başarıncaya kadar devam edin. Arzu edilmesi gereken şeyi arzu ettiğiniz takdirde, arzunuz tatmin oluncaya kadar devam edin. Sorulması gereken şeyi sorduğunuz takdirde, cevabını öğreninceye kadar araştırın. Düşünülmesi gereken şeyi düşündüğünüz takdirde, onu gerçekleştirinceye kadar çalışın. Sebat edin, dirençli olun ve hiçbir zaman pes etmeyin, çünkü hiçbir şekilde geri çekilmemek veya karardan caymamak Allah’a inancı olanın niteliğidir.
Başımıza gelen olumsuz şeylere sabır etmeliyiz, insanlığın yararına girişmiş olduğumuz işlerde de sebat etmeliyiz. Ne acele etmeli ne de bir an önce sonuç alma beklentisi içine girmeliyiz; çünkü meyve yavaş yavaş olgunlaşması sayesinde daha tatlı hale gelir. İşte, dengeli ve verimli bir yaşamın özeti budur.
SABIRLA İLGİLİ GÜZEL SÖZLER
“Çıkacağım merdivene sabrı basamak yaparım.” (Mevlana)
“Sabır acıdır, ama tatlı meyvesi vardır.” (Sadi)
“Her güç sabır ile zaman birleştirilerek sağlanır.” (Balzac)
“Sabırlı bir adamın öfkesinden sakınınız.” (La Rochefoucauld)
“Sabır, umut etmek sanatıdır.” (Vauvenargues)
“Sabrı olmayanlar ne kadar fakirdirler.” (Shakspeare)
“Sevinç kapısının anahtarı sabırdır.” (W.Jacobs)
“Sabrın en büyüğü, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı sabretmektir.” (Ka’bül-Ahbar)
“Karşınıza bir zorluk çıktı mı, şikayet etmeyin bilakis Allah´ a şükredin. Çünki size zekanızı işletmek, güç ve kuvvetinizi göstermek fırsatını vermiştir.” (Gassion)
“Hoşlanmadığınıza sabretmedikçe, hoşlandığınızı elde edemezsiniz.” (İsa (AS))
“Her rüzgarda sallanacak olursan, dağ kadar da olsan bir ota değmezsin.” (M. Celaleddini Rumi)
“Sabır, imanın yarısıdır.” (Hadis-i Şerif)
“Bedende baş ne ise, imanda da sabır aynıdır. Başsız beden olmayacağı gibi, sabırsız da iman olamaz.” (Hz. Ali r.a.)
“Sabır, kurtuluşun anahtarıdır.” (Mevlana)
“Demir mıknatısa aşıktır. Hep ona doğru koşar. Zafer de sabra aşıktır ve devamlı ona koşar.” (Sühreverdi)
“Sabır acıdır, ama tatlı meyvesi vardır.” (Sadi)
“Her güç sabır ile zaman birleştirilerek sağlanır.” (Balzac)
“Hoşlanmadığına sabretmedikçe, hoşlandığını ele geçiremezsin.” (Hz.İsa a.s.)
“Sabırlı bir adamın öfkesinden sakınınız.” (La Rochefoucauld)
SABIRLA İLGİLİ ATASÖZLERİ
-Aceleyle yürüyen yolda kalır.
-Sabır acı ise de (acıdır) meyvesi tatlıdır.
-Sabreden derviş, muradına ermiş.
-Sabreyle işine, hayır gelsin başına.
-Sabrın sonu selamettir.
-Küçük olaylar karşısında sabırlı olmazsan büyük planları gerçekleştiremezsin.
-Az sabırda, çok keramet vardır ..
-Acele yürüyen yolda kalır.
- Acele giden ecele gider .
SABIRLA İLGİLİ HADİSİ ŞERİFLER
Sabrın büyüklüğü ve fazileti sebebiyle Kur´an-ı Kerimde yetmişten fazla yerde sabır ve sabredenlere verilecek sevaplar bildiriliyor. Ayet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki: (Sabredenlerin mükafatını, yapmakta olduklarının daha güzeliyle vereceğiz. [Nahl 96]
Allah sabredenleri sever. [Al-i İmran 146]
Sabır ve namaz, yalnız Allah’tan korkan müminlere kolay gelir. [Bekara 45]
Sabredenlere [lütfumu, ihsanımı] müjdele! [Bekara 155]
Aşkını gizleyip, namusunu koruyarak sabreden, Cennete girer. [İbni Asakir]
İmanı en üstün olan; sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır. [Deylemi]
Hak Teâlâ, sevdiği kulu dertlere müptela kılar, o da sabrederse, ondan razı olur. [Deylemi]
Kötü komşunun eziyetlerine ölünceye kadar sabredeni Allahü teâlâ sever. [Hakim]
Allahü Teâlâ, sabredeni sever. [Taberani]
Allahü Teâlâ, buyurdu ki Kimin, bedenine, evladına veya malına bir musibet gelir, o da güzel sabrederse, Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim. [Hakim]
Hak Teâlâ, kendini sabretmeye zorlayanı sabretmeye muvaffak kılar. [Buhari]
Sevmediklerinize sabretmedikçe, sevdiklerinize kavuşamazsınız. [İ. Maverdi]
Acıya sabredip uğradığı felaketi gizlemesi ve kimseye şikayet etmemesi, kişinin Allahü teâlâyı iyi tanımış olmasındandır. [İ.Gazali]
En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir.[Tirmizi]
En şiddetli bela sabrın az olmasıdır. [Deylemi]
Yeminle söylüyorum, uğradığı zulme sabredenin Allahü teâlâ şerefini arttırır.) [Taberani]
Geçim sıkıntısına sabredeni Allahü teâlâ Firdevs Cennetine koyar. [Ebuşşeyh]
Kıt kanaat geçinecek kadar az rızka sabredenlere müjdeler olsun. [Deylemi]
Allahü Teâlâ, buyurdu ki: Benim hükmüme razı olmayan ve verdiğim musibete sabretmeyen benden başka Rab arasın.[Taberani]
Resulullah Efendimiz, Allah’tan sabır isteyen birine buyurdu ki: Allah’tan bela mı istiyorsun, önce afiyet iste. [Tirmizi]
Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan güzel huydur. Sabır, Peygamberlerin hasletlerindendir. Bunun için atalarımız, (Sabır, acı ise de meyvesi tatlıdır), (Sabır selamettir), (Sabırla koruk helva olur) demişlerdir. Belalara sabretmek, kurtuluşa sebeptir.
HİKAYE: KAVAK İLE KABAK
Kavağın yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisi ile müthiş hızla büyümüş ve neredeyse, kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Birgün dayanamayıp sormuş kavağa:
- Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
- On yılda... demiş kavak.
- On yılda mı?... diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak.
- Doğru!... demiş ağaç. ´´Doğru!...´´
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak, önce üşümeye başlamış sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış
Sormuş endişeyle kavağa:
- Neler oluyor bana ağaç?
- Ölüyorsun... demiş, kavak.
- Niçin?.. diyerek devam ettirmiş sorusuna,
Ağaç:
- Benim on yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için...
HİKAYE: BU NE OĞLUM?
80′ ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sahbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti.
O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümserek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:
- Bu ne oğlum?
Oğlu şaşkın, cevapladı:
- O bir karga baba.
Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu:
- Bu ne oğlum?
Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:
- Baba, o bir karga…
Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu:
- Bu ne oğlum?
Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa ve kızgınlığa dönüşmüştü:
- O bir karga baba! Üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?
Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti:
- Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı sınıyorsun?
Babası yüzünde hâlâ bir gülümseme yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi. Oğlu dikkatli bir şekilde okumaya başladı:
“Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.”
Başını kaldırıp babasına bakan oğlunun gözleri dolu dolu olmuştu.
- Özür dilerim baba, diyebildi.
HİKAYE: SABIR ÇANAĞI
Sabırla ilgili çok meşhur bir deyim vardır, sabır çanağı taştı, diye. Hikayesi ise şöyle; zengin bir adam genç yaşta ölmüş. Karısı da bir yıl sonra ölünce, mallarının tek varisi olan küçük kızlarına amcası vasî olmuş. Amcası, yengesi ve oğulları, yetim kızcağızın hem mallarını yerler hem de hizmetçi gibi davranırlarmış.
Bütün ev halkının ayrı ayrı tafralarını çeken, hakaretlerine hedef olan bu yavru, sık sık dayak yermiş. Halini kimselere anlatmasını beceremez ve hiç kimse ile konuşturulmayarak çamaşır, bulaşık, ortalık temizliği mutfak işleri gibi adi hizmetlerde çalıştırılırmış. Kabahati olsun olmasın her gün dövülerek korkutulurmuş.
Tavan arasındaki odasında geceleri geç vakitlere kadar ağlayan kızcağız, bir gece rüyasında Eyüp Peygamberi görmüş.
Rüyasında Eyüp Peygamber, bu kızın derdini dinlemiş, sırtını sıvazlamış, onu teskin ve teselli etmiş, sabır tavsiye ederek kendisine bir çanak vermiş.
—Bak yavrum, bu çanağı gizli bir yerde sakla. Her gün bildiğin duaları oku ve vaktin oldukça “Ya sabır” çek ve bu çanağa üfle. Derdini bu çanağa anlat. Gözyaşlarını bu çanağa biriktir. Bir gün bu çanak taşacak ve senin çilen de o zaman dolacak.
Kız sabahleyin erkenden uyanmış. Rüyasında gördüğü nurani yüzlü ihtiyarı bir türlü unutamıyormuş. Rüyasın çok tesiri altında kalmış. Uzun uzun hayallere dalıp mahmur mahmur düşünmüş. Sonra kalkıp giyinmek için dolabını açmış. Bir de ne görsün? Eyüp Peygamberin rüyasında verdiği çanak… Çok şaşırmış, ama bu sırrı kimseye söylememesi gerektiğini düşünerek, sessizce çanağı alıp bağrına basmış.
Aradan aylar geçmiş, kız günde 2-3 defa odasına çıkar, gizlice dolabını açar, sabır çanağını öper, derdini çanağa anlatır, ağlar, teselli bulurmuş.
Çanağın dibinde peyda olan berrak, şeffaf ve koyuca kıvamlı bir sıvı her gün biraz daha çoğalmaya başlamış. Günler geçtikçe bu berrak sıvı çanağı iyice doldurmaya yüz tutmuş. Bu arada kızın hayatı da çekilmez bir hal almış.
Hatta sıcak yemek yüzüne hasret kalmış. Her gün birkaç öğün dayak yer olmuş. Bir gece geç vakitlere kadar uyumayan ve hüngür hüngür ağlayarak çanağa derdini döken kızcağız, sabahleyin dolabı açtığında çanağın taşmak üzere olduğunu görmüş.
Acaba şimdi ne olacak diye uzun uzun düşünmüş. O sırada kendini aşağıdan çağırmışlar. Korkudan eli ayağı birbirine girmiş ve çanağı nasıl tuttuğunu anlayamadan sallayarak yerine koyup aşağı koşmuş.
O gün bütün ev halkı hazırlanmış, vapurla İstanbul’a gidiyorlarmış. Kızı bekçi olarak eve bırakmışlar. Sıkı tembihatlar vermiş ve talimatlarda bulunmuşlar.
Ev halkının bindiği vapur, fırtına yüzünden kazaya uğramış ve ev halkının hepsi de boğularak ölmüş. Sabırlı kız, babasından kalan mallara sahip olduğu gibi zalim amcasının da tek mirasçısı olmuş. Artık sabredemez oldu, manasına gelen, “Sabır çanağı taştı” deyiminin hikâyesi bu şekilde anlatılmaktadır.
HİKAYE: SABIRLI GENÇ
Gencin birisi Kabe’de hep,
- “Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, Ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim,” diye dua eder.
Bu durum herkesin dikkatini çeker. Birisi:
- “Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka birşey bilmiyor musun?,” der.
O da anlatır:
Yedi sekiz sene önce yine Kabe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam bin altın vardı. İçimden bir ses:
- “Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın” diyordu. Hayır dedim kendi kendime. Bu benim değil. Başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada birisi
- “Şöyle bir torba bulan var mı?” diye bağırıyordu. Çağırdım onu.
- “Nasıl bir torbaydı? İçinde ne vardı?” diye sordum. Torbayı tarif etti ve “İçinde bin altın vardı” dedi.
- “Torban burada.” diyerek verdim. Adam torbayı açıp bana otuz altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim,
- “Bu köle için ne istiyorsunuz?” dedim. “Otuz altın dediler”. Adamdan aldığım otuz altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki,
- “Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın. Onlara otuz bin altından aşağıya satma.” dedi. O kişiler yanıma geldi.
- “Bu esiri bize satar mısın?” dediler. “Satarım.” dedim. “Altmış altın verelim.” dediler. Ben de “Olmaz.” dedim.
- “Sen bunu pazardan otuz altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz” dediler.
- “Öyleyse gidin pazardan alın.” dedim. Arttıra arttıra yirmibin altına kadar çıktılar. Otuzbin altından aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Ben o otuzbin altın ile işyerleri açtım. Ticaret yaptım. Daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlarım,
- “Çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim.” dediler.
- Ben de “Olur.” dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti. Kıza, “Bu nedir?” dedim.
- “İçinde 970 altın var. Babam Kabe’de bunu kaybetmiş. Bulan gence otuzunu vermiş. Kalanını da bana hediye etti. Çeyizine koyarsın dedi” diye anlattı. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş. Vermese idim haram yoldan gelecekti. Şimdi helal yoldan yine bana geldi. Bana yardım edip haramlardan koruyan, nice nimetler ihsan eden yüce Rabbim’e hamd ederim.
HİKAYE: BU DA GEÇER YA HU
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır… Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükret.” der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer…” Derviş, Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şâkir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. “Ha, o Şakir mi?” der köylüler, “O iyice fakirleşti. Şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.” Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş, vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: “Üzülme… Unutma, bu da geçer…” Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…” Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer.” Derviş, “Ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır… O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda ümidini tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.