Vefa
“Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefa; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.” (Mevlana Celaleddin Rûmi)
VEFA
“Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefa; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.” (Mevlana Celaleddin Rûmi)
Vefa, sözünü yerine getirme, sözünde durma, sevgi, dostluk ve bağlılıkta kararlılık ve dini sorumluluklarını yerine getirme anlamlarına gelir.
Vefa tam, mükemmel, içten, sağlam ve sarsılmaz kalp bağlılığıdır. Samimi inanan insan vefalıdır, sadıktır. Vefa ve sadakat, insanların yaşamları süresince ihtiyaç duydukları üstün ahlak özellikleridir. Sevgi, şefkat, merhamet, hamiyet, yiğitlik ve vefa gibi duygular inanan insanların silahıdır.
Görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam etme. Böyle olanlara vefakâr denir. Bir Müslüman’da bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir. Allah insanların birbirlerine iyilik yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar muhataplarından kötülük görmez, yine iyilik görürse bu, başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder. En büyük vefakârlık, yaratanını tanımak, kulluk görevlerini yapmak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmektir. En büyük nankörlükte kulun, Rabbi’ni inkâr etmesi, O’nun yüceliğini tanımamasıdır. İnsan, Allah’a ibadet etmek suretiyle, Elest bezmende yaptığı ahde vefasını gösterdiği gibi, kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır. Fertleri arasında vefakârlık olmayan toplumlarda güven ve itimat sarsılır, sosyal bir çözülme başlar. Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha güçlü kılar. İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir.
Vefakârlığın da en güzel örnekleri Peygamber (s.a.s)’de görülmektedir: Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmi Eymen’i, ücret karşılığıda olsa yıllarca kendisine bakan sütannesi Halime’yi, sütkardeşi Şeyma’yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebu Talibin hanımı Fatıma’yı: ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir. Mekke müşriklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan HabeşNecaşi’sini daima hayırla yâd etmiş, öldüğünde dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine’ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir. Verilen söz ve yapılananlaşmalarınız gereği olan ahde vefa ise İslam ahlakının en önemli umdelerinden biridir. Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmekte kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan; böylece, karşı tarafın hakkım ve kendi vazifesini yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır.
VEFA VE TARİH BİLİNCİ İLE İLGİLİ SÖZLER
- En vefakâr dostumuz gölgemizdir bilirsiniz. Ama unutmayın ki; o da yoldaşlık etmek için güneşli havayı bekler.
- Edebin başı akıllıca hareket etmektir. Yapılmayan, yerine getirilmeyen sözde hayır yoktur.
- Cömertlik olmayınca malın, vefa olmayınca arkadaşın hayrı yoktur.
- Yapılmayan, yerine getirilmeyen sözde hayır yoktur.
- Bülbülden vefa ummayın; çünkü her dem başka bir gül üzerinde öter.
- Vefasızın meclisinde bade içilmez.
VEFA İÇİN NE YAPMALIYIZ?
Dostlarımızı sürekli sevmeliyiz. |
Dostlarımıza bağlı olmalıyız. |
Sözümüzü tutmalıyız. |
İnsanlara güven vermeliyiz. |
Borcumuzu zamanında ödemeliyiz. |
Sadakatli olmalıyız. |
Dostlarımıza değer vermeliyiz. |
Arkadaş ve dostlarımızın haklarını gözetmeliyiz. |
Büyüklerimize, yaşlılarımıza saygılı olmalıyız. |
Toplumsal görevlerimizi yerine getirmeliyiz. |
İnsanların emeğine saygılı olmalıyız. |
Dostlarımızı unutmamalı, onların yanında olmalıyız. |
Dost ve arkadaşlarımıza dua etmeliyiz. |
Arkadaşlarımız için özveride bulunmalıyız. |
Akrabalarımızı hatırlayıp ziyaret etmeliyiz. |
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı.
Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, değdi…
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim. Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum... Geleceğini biliyordum...
KURT İLE KÖYLÜ
Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmışlar. Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları bir türlü def edemez. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar. Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir.
Kurt adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar: "Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp öldürecekler." Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar, kurda içine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar. Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar, köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır.
Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar.
"Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın"
"Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye başlar.
"Bir dakika" diye seslenir kurt: Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum, çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve burada senden başka yiyecek bir şey yok."
Köylü şaşırır: "Olur mu, ben senin hayatını kurtardım."
"Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan bir şey yoktur" der kurt.
"Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım." Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler. Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar. "Ne vefası" der kısrak, "Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim. Ve yaslanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu..."Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. "Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime, koyunlarını korurum, yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..." Kurt köylüye döner, "İşte gördün" der. Köylü de son bir çabayla "Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye" diye cevap verir.
Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir. "Her şeyi anladım da" der tilki "Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?" Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar: "Gözümle görmeden inanmam..." İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez, tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve "Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner "Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın" der. Tilki de "Benim için bir zevkti" diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:
"Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş... "
SULTANIN SÖZÜNE SADAKATİ
1453 senesi yaz aylarıydı. İstanbul’un henüz yeni fethedildiği zamanlar yani. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilince şehirde bazı düzenlemeler yapılmış, birtakım kanunlar konarak şehir hayatına bir nizam verilmişti. İnsanlar, bu nizamlara uyarak huzur ve güven dolu bu yeni hayata alışmaya çalışıyorlardı. Bu kanunlardan biri de yatsı namazı kılındıktan sonra kale içindeki şehir kapıları kapatılacak ve dışarıdan kimse şehre sokulmayacak, içeridekilerin de dışarı çıkmasına müsaade edilmeyecekti. Kanunî izni olanlar, tabi ki bu uygulamanın dışındaydı. Şehirde dolaşan tellallar, “Duyduk duymadık demeyin!” naralarıyla bütün ahaliye bunu haber vermişlerdi. Kale kapılarındaki nöbetçilere de kesin talimatlar verilerek, “Aman haa! Sakın kimseyi dışarı çıkarmayın, içeriye de kimseyi almayın. Gözünüzü dört açın!” denmişti. Bir gün Sultan Fatih, vezirini de yanına aldı ve tanınmamak için tebdil-i kıyafet ile halkın durumunu anlamak gayesiyle şehir dışına çıktı. Eyüp taraflarını ziyaret ettikten sonra Galata’yı da teftiş ettiler. Fakat şehre dönmekte geç kaldıkları için kapanmış kapılarla yüz yüze geldiler. Sultan Fatih çok sevindi. Koymuş olduğu kanunun uygulanıp uygulanmadığını deneme fırsatı bulmuştu. Bakalım nöbetçiler görevlerini suiistimal edecekler miydi? Yanındaki veziri nöbetçiye seslendi:
-Nöbetçi dışarıda kaldık, kapıyı açar mısın?
-Padişah efendimizin kesin emri var. Bu saatten sonra kapılar kimseye açılamaz! Geç kaldınız!
Sultan Fatih sesini yumuşatarak yalvarırcasına cevap verir.
-Yapma be kardeşim! Bizi gecenin bu saatinde dışarıda mı bırakacaksın? Açıp kapıyı bizi alıversen sultanın bu saatte nereden haberi olacak?
Karşılarındaki kuleden daha yüksek, surların koca koca taşlarından belki yüz kat daha sert bir cevap gelir. Zannederler ki, Sultan Fatih’in toplarından biri o an ateşleniverdi de bu gürleme olur adeta:
-Söylediğin sözü kulakların duyar da mı söylersin bree? Padişah uyuyorsa, o görmüyorsa Allah da mı görmeyecek, bilmeyecek efendi?
Fatih aldığı bu cevapla İstanbul’u almış gibi sevinir. Ordusundaki askerlerin her birine duyduğu sevgi daha da artar. İmtihandan yüzünün akıyla çıktığına şükürler eden sultan, sonunda kendilerinin kim olduklarını söyler:
-Güzel cevap verdin yiğidim! Fakat bu gördüğün, vezir paşadır. Ben de Sultan Mehmet’im. Haydi, kapıyı aç da girelim gayrı!
O sırada ay bulutların arasından yeni sıyrılmış aydınlığıyla etrafı hafiften aydınlatmıştır. Asker biraz dikkat edince Sultan Mehmet’i ve vezirini tanımakta zorlanmaz. Tam kapıyı açacakken Sultan Fatih’e şöyle söyler:
Peki, sultanım siz kendi koyduğunuz kanuna kendiniz uymayacak olduktan, sözünüzün gereğini yerine getirmeyecek olduktan sonra bana da kapıyı açmak düşer.
Bu ikaz ile birden irkilen sultan, nöbetçiye yeni emrini verir:
-Tamam asker! Kapıyı açma! Fakat bana adını bağışlar mısın yiğidim?
-Adım Sinan’dır Hünkârım.
-Yavuz ermişsin Sinan! Var mı bizden bir dileğin?
-Cenab-ı Haktan sağlık ve sıhhatinizin devamını niyaz ederim sultanım! Ben fakir bir kulunuzum! Gönlümde yatan bir arzum vardır ki, gerçekleştirmeye imkanım elvermez!
-Gönlünün arzusu nedir? Söyle bakalım!
-Sultanım ölmeden bir cami yaptırmak dilerim; ama yeterli malım mülküm yok. Benim adıma buraya bir cami inşa ettirirseniz ebediyen size duacı olurum padişahım.
Askerinin bu arzusundan da son derece memnun olan Sultan Fatih, kendi koyduğu kanunu kendisi çiğnemez, sözünden geri dönmekten ar eder ve o geceyi dışarıda geçirir. Şehrin kapılarını padişaha bile açmayan o yiğit asker adına da bir cami yaptırır: Yavuz Er Sinan Camî.